19 Ocak 2015 Pazartesi

Cyrano De Bergerac Tiradları

Oyununu değil ama filmini izledim ve hayran kaldım sözlerdeki anlam yoğunluğuna, söz oyunlarına... Bu sebeple iki ünlü tiradını koymak istedim bloğuma.





"İSTEMEM EKSİK OLSUN" 


 Rüştü Asyalı'nın mükemmel yorumuyla..  http://www.youtube.com/watch?v=lyvuA6lgID8
1990 filminden..  http://www.youtube.com/watch?v=QUJpGqQly2Q


" - Ne yapmak gerek peki?

 Sağlam bir arka mı bulmalıyım? 
Onu mu bellemeliyim?
 Bir ağaç gövdesine dolanan sarmaşık gibi
 Önünde eğilerek efendimiz sanmak mı?
 Bilek gücü yerine dolanla tırmanmak mı?
 İstemem! 
Herkesin yaptığı şeyleri mi yapmalıyım Le Bret?
 Sonradan görmelere övgüler mi yazmalıyım? 
Bir bakanın yüzünü güldürmek için biraz şaklabanlık edip, 
Taklalar mı atmalıyım?
 İstemem! Eksik olsun!
 Her sabah kahvaltıda kurbağa mı yemeli? 
Sabah akşam dolaşıp pabuç mu eskitmeli?
 Onun bunun önünde hep boyun mu eğmeli? 
İstemem!
 Eksik olsun böyle bir şöhret! Eksik olsun! 
Ciğeri beş para etmezlere mi "yetenekli" demeli? 
 Eleştiriden mi çekinmeli?
 "Adım Mercuré dergisinde geçse" diye mi sayıklamalı
İstemem!
 İstemem! Eksik olsun! 
Korkmak, tükenmek, bitmek... 
Şiir yazacak yerde eşe dosta gitmek. 
Dilekçeler yazarak içini ortaya dökmek?
 İstemem! Eksik olsun!
 İstemem! Eksik olsun! 

Ama şarkı söylemek, düşlemek, gülmek, yürümek... Tek başına... Özgür olmak... 
Dünyaya kendi gözlerinle bakmak... 
Sesini çınlatmak, aklına esince şapkanı yan yatırmak...
 Bir hiç uğruna kılıcına ya da kalemine sarılmak... 
Ne ün peşinde olmak, para pul düşünmek, İsteyince Ay'a bile gidebilmek. 
Başarıyı alnının teriyle elde edebilmek. 
Demek istediğim asalak bir sarmaşık olma sakın. 
 Varsın boyun olmasın bir söğütünki kadar. 
Yaprakların bulutlara erişmezse bir zararın mı var? 


BURUN TİRADI

cyrano de bergerac: kibarlar için yasa çizme değil, kılıçtır.

de guiche: can sıkmaya başladı!
vicomte de valvert: pöh! farfaranın biri! de guiche: elverir, kabak tadı!

haddini bildirecek kimse yok mu?

de valvert: ne demek! durun şimdi.

(kendisini süzen cyrano'ya yaklaşır ve azametli bir tavırla karşısına dikilir)

burnunuz ne kocaman!
cyrano: (pür ciddiyet) evet, pek kocaman!

hepsi bu mu? de valvert: daha? cyrano: bu kadarı az
delikanlı! halbuki neler neler bulunmaz

söyleyecek! asıl iş edada.
meselâ bak, hoyratça:
"burnum böyle olsaydı, mösyö, mutlak dibinden kestirirdim!

dostça: "yana yatmaz mı,
senden evvel davranıp kadehine batmaz mı?"

tarifle: "burun değil bir kere, coğrafyada
böylesine dağ denir, dağ değil, yarımada!"

mütecessis: "acaba neye yarar bu alet?
makas kutusu mudur, divit midir izah et!"

zarifâne: "kuşları sevdiğiniz besbelli!
yorulmasınlar diye yavrucaklar, temelli
bir tünek kurmuşsunuz!"

pür neş'e: "birader, şu koskocaman burnunla tütün içince, komşu
"yangın var!" demiyor mu?"

müdebbir: "aman yavrum,
bu ağırlıkla yere düşmenden korkuyorum!"

müşfik: "yaptırın ona küçücük bir şemsiye,
yazın fazla güneşten rengi solmasın diye!"

alimâne: "görmüştüm aristophane'da belki
hippocampelephan tocamélos adındaki hayvanın

burnu gayet büyükmüş! sen ne dersin?"
nobran: "zaten bilirim, sen misafir seversin,

bu, şapka asmak için ne mükemmel bir icat!"
şairâne: "ey burun! bütün cihana inat,

seni baştan aşağı nezle etmeye kaadir
tek rüzgar bulunamaz, karayel istisnadır!"

hazin: "bir de kanarsa, kızıldeniz, ne belâ!"
hayran: "lavantacıya ne mükemmel tabela!"

safiyâne: "abide ne günleri gezilir?"

hürmetkârâne: "beyefendi kibarsınız muhakkak,
yoksa imkânı var mı cumba sahibi olmak?"

köylü: "vış anam! bu ne? bilmem guş mu balıh mı?
yoksa bir tohuma gaçmış salatalıh mı?"

sivri akıllı: "bunu tombalaya koymalı!
kim elinden kaçırmak ister böyle bir malı?"

ve hıçkıra hıçkıra, nihayet, pyrame gibi,
"bu ne felâket! bu ne musibettir yarabbi!

böyle berbat edip de yüzünü sahibinin,
şimdi de utancından kızarıyor bak hain!"

olsaydı biraz nükte, biraz malûmatınız,
işte karşıma geçip bunları sayardınız.

fakat sizde nükteden eser yok zerre kadar,
neyleyim cenab-ı hakk ihsan buyurmamışlar!

zaten bir parça icat kudreti olsa bile
böyle seçkin, muhterem hüzzar önünde hele,

bana bu şakaları yapamazdınız elbet.
ağzınızdan çıkmaya daha olmadan kısmet

bunlardan birinin en ufak başlangıcı,
karşınıza çıkardı bergerac'ın kılıcı!

ben bunları söylerim oldukça belâgatle;
başkasından dinlemem fakat tekini bile!

14 Ocak 2015 Çarşamba

SİSTEMSİZ EĞİTİM

Eğitimle ilgili bir derleme...




EĞİTİM POLİTİKALARI VE SÜREKLİLİĞİ


          Öncelikle eğitim nedir sorusuna sormamızda fayda var. Eğitim; bireylere hayatta gerekli olan bilgi ve kabiliyetlerin sistematik bir şekilde verilmesidir. Eğitim, bireyin doğumundan ölümüne süregelen bir olgu olduğundan ve politik, sosyal, kültürel ve bireysel boyutları aynı anda içinde bulundurduğundan, tanımının yapılması zor bir kavramdır.[1] Eğitim konusunda tartışmaların sürekliliği, ortak bir noktaya varılamaması –en azından ülkemiz için- eğitimin içinde barındırdığı boyutlardan kaynaklanmaktadır. Eğitim sistemi her dönemde değişiklik göstermiştir. Ancak modern anlamda eğitimin oluşması Sanayi Devrimi’ne rastlar. Sanayi Devrimi ile oluşturulan yeni toplumsal düzen, eğitimin de biçimlendirilmesini gerektirmiştir. 

          Ancak nasıl bir eğitim sistemi, daha doğrusu nasıl bir birey ve toplum yaratılmasını istiyoruz? İşte bu noktada ideolojiler işin içine girmektedir. Avrupa’daki insanlar ülkelerinde eğitimi sistemleştirirken tabi ki farklılıklar, tartışmalar yaşanmıştır ancak sonucunda devamlılığı sağlayacak, akılcı bir eğitim sisteminde hemfikir olmuşlardır. Tam bu noktada ülkemize dönüp bir bakmamız gerekiyor. “Eğitim sistemimiz yapboz tahtasına döndü” gibi ifadeler kulaklarımızda çınlıyoruz. Maalesef doğruluk payı da var. Ancak bunu demokrasiyi henüz içselleştirememiş bir halkın nihai sonucu olarak değerlendirebiliriz. Avrupa’da günümüz eğitimin başlangıcı 18. Yüzyıldan itibaren oluşuyor dedik. Bizde ise devletin rejimi, düşünsel yapısı ise zaten 20. Yüzyılda oluştu. İki yüzyıllık bir fark ve tabi ki Sanayi Devrimi’ni oluşturan toplumsal süreç ve fikir alışverişleri göz ardı edilemez. Henüz genç olan rejimimizi hazırlayan toplumsal süreç de hızlı işlemiştir. Fransız İhtilali gibi halktan gelen değil tepeden gelen yenilikler ve rejim, ülkedeki her yapıyı etkilemiştir. Özellikle kurumsal yapıların demokrasiyi içselleştirememiş olması, ortak bir sistemde hemfikir olunamaması; kurumlarda dalgalanmaları, bazen kırılmaları ve tabi ki süreksizliği getirmektedir.

          Bir toplumda en önemli kurum, eğitim kurumudur. Eğitim kurumlarımızda ise cumhuriyetin kurulmasından bu yana sürekliliği sağlayan bir sistem kurulamamıştır. Bunun nedeni ise, yine aynı kapıya çıkar. Yani demokrasiyi içselleştirememiş iktidarların ideolojilerini yürütmeye çalışma çabası…  Tüm toplum eğitim kurumları aracılığıyla okulda öğretmen, ülkede siyasi liderler vb. karşısında nesneleştirilmekte, eğitim alanında siyasal iktidarın ideolojik ilkeleri ile siyasi, askeri, ekonomik vb. seçkinlerin konumları ve eylemleri yüceltilmektedir. Diğer bir anlatımla eğitim, bireyleri siyasal iktidarın ve toplumda gücü elinde bulunduran kesimlerin ideolojik dünyasına entegre etmek, siyasal ve toplumsal sisteme uymasını sağlamak ve bu duruma süreklilik kazandırmak için kullanılmaktadır. [2] Buradaki süreklilik maalesef akılcı bir eğitim sisteminin oluşması için değil, kendi ideolojiye sahip bireylerin oluşması içindir. X iktidar kendi ideolojisini eğitime entegre ederken, ondan sonra gelen Y iktidarı da kendi ideolojileri çerçevesinde aynı adımları izlemektedir. Adımlar, yollar aynı ancak içerikler farklıdır. 




[1] Vikipedi/ Eğitim
[2] Uğur AKIN- Gani ARSLAN, İdeoloji ve Eğitim: Devlet-Eğitim İlişkisine Farklı Bir Bakış, Trakya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi 2014, Cilt 4, Sayı 1, 81-90.


--------

Ülkemizde eğitim sistemi sürekli farklılaşıyor ve birbirleriyle bağlantıları neredeyse kopacak noktada değişmeye uğruyor. Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar bunu söylemek mümkün. Cumhuriyetin kuruluşundan önceki dönemde yeni toplumsal fikirler oluşmaya ve kendini göstermeye başlıyor. Cumhuriyet öncesi dönemde kültür politikası olarak Türk tarihinden uzak bir anlayışla İslam Tarihi ve Osmanlı Tarihi üzerine yapılmıştır. Ancak bu durum Tanzimat, 1.Meşrutiyet, 2.Meşrutiyet dönemlerinde de farklılık gösterir. Cumhuriyet dönemine bakacak olursak Atatürk, İsmet İnönü ve Demokrat Parti iktidarlarında aşikar bir farlılık göze çarpar. Atatürk’ün kültür politikasının temelini millilik oluşturmaktadır. İnönü döneminin kültür politikasının temelini “hümanizm” oluşturmuştur. Demokrat Parti döneminde ise kültür işlerinin parti programlarının ilkeleri doğrultusunda yürütüleceği vurgulanmıştır. Manevi değerlere önem verileceği belirtilmiştir.  Din dersleri zorunlu hale getirilmiş, İmam Hatip Okulları’nın yeniden açılması, Köy enstitülerinin ve Halkevlerinin kapatılması hususları bu dönemin eğitim konusundaki farklılıklarıdır.[1]

          Cumhuriyetin henüz kuruluş dönemlerinde yaşanılan bu farklılıklar, ilerisi için temel oluşturacak yere kaygan bir zemin oluşmasına neden olmuştur. Bu durum sadece bu üç dönemden ibaret değildir. Ne yazık ki, günümüzde 13 yıllık bir iktidarın kendi içinde bile dönem dönem ciddi eğitim konusunda farklılar getirilmekte, “yapboz” kelimesinin hakkı verilmektedir. Eğitimimiz genel anlamıyla; test odaklı olan, öğrenme değil ezbere dayalı olan, “şu sınavı geçeyim” düşüncesi hakim olan, öğrencileri birey olarak değil mekanizma olarak gören bir sisteme sahip. Bunun ilk nedeni akılcılığı ve objektifliği merkeze alamamak, ideolojik kaygılar ve demokrasinin tam anlamıyla uygulanamıyor olmasıyla ilgilidir.

          İdeolojilerin önerdiği ideal insan tipi oluşturulurken ağırlıkla eğitim işe koşulmaktadır (Gutek,2011, 163). Bu durumda eğitimin sekteye uğramasına, meyve verememesine ve yeni nesillerin yeşerememesine, toplumun çorak kalmasına neden olmaktadır. “Eğitim şart” cümlesi sakız gibi ağzımızda dolanmakta ancak eğitimin içeriği cılız kalmaktadır. Toplumun refahı, eğitimden geçer. Bunun için önceliğimiz ideolojilerimiz değil; nitelikli, bağımsız, sorgulayan ve düşünen bireyler yetiştirilmesi olmalıdır. Bu niteliklere uygun eğitim politikaları uygulanmalıdır.
         





[1] Bengül Salman BOLAT, Tanzimat’tan Demokrat Partiye Kültür Politikaları ve Tarih Anlayışları, The Journal of Academic Social Science Studies, Volume 5, Issue 8, p.231-247, December 2012