18 Kasım 2014 Salı

Dünya Kaçtı Gözüme


Özdemir Asaf...
Şiirlerini okumamış olanlara şiddetle tavsiye edebileceğim bir isimdir kendisi. İkinci Yeni'yi bilmeyen yoktur. Özellikle şu an içinde bulunduğumuz popüler kültür içinde çokça isimleri duyulur. İkinci Yeni'nin şairlerini ayrıca severim. Özellikle Edip Cansever'i. Neyse konumuz Asaf... Asaf'ın ismi ise popüler kültür içinde ne kadar duyulsa da çok fazla sakız olmamıştır ağızda. En azından ben öyle düşünüyorum. Asaf bütün akımların dışında bir şair olagelmiş. Biliyorsunuz şairler "hadi akımımızın ismi şu olsun" demezler. Onlar sanatlarını icra ederler ve sonra edebiyat kuramcıları veya tarihçileri belirli kategorilere alırlar. Asaf için belirli bir kategori yok. Tabii, Cumhuriyet Sonrası Edebiyatı dışında... Asaf'ın şiirlerini sade ve içten bulurum. Çok fazla kelime oyunları yapmaz. Edip Cansever'de sürüsüne bereket. Bazen sinirlenirim okurken :/ Ama severim yine de, felsefesini severim çünkü. Neyse konuyu dağıtıyorum. Asaf'ın şiirlerini okurken hissederim içimde. İncedir. Duyguludur. En çok sevdiğim şiirlerinden birini paylaşacağım. Şiirinin ismi benim için ayrı güzeldir. "Dünya Kaçtı Gözüme"... Ah, ne güzel bir ifadedir. Bazen o kadar sıkılırsınız ki hayattan, yaşamak o kadar zor gelir ki, hiçbir şey yapmak istemezsin veya bir yere gitmek istersin ama nereye bilmezsin. Daha önce gitmediğin, ayak basmadığın bir yere. Kaçmak, gitmek... Yine böyle duygular içinde bulunca kendimi son zamanlarda aklıma hemen Dünya Kaçtı Gözüme şiiri geldi. Hislerimi dile getirir...



















Hey benim koca kafam.
Tadlar ağzımın içindedir,
Duramaz.
Sesler kulaklarımın derinliğindedir,
Uçamaz.
Kelimeler dilimin ucundadır,
Kalamaz.

Hey benim koca kafam.
Altmış iki santimlik başım..
Saçlar sakallar içinde,
Erkek omuzlar üstündedir.
Bir bedenim var ki,
Merd sevgiler peşindedir.
Aşklar içimde,
İnsanlar yanımdadır.
Hiç biri uzaklaşamaz.
Demir gibiyim onlarla.
Yok etmek isteyen yıkamaz.

Bak yüzüme, bak sözüme,
Dünya kaçtı gözüme;
Çıkamaz."

15 Kasım 2014 Cumartesi

İnstagram'da Biyografi Düzenleme



Herkese merhaba;

Geçen gün instagram hesabımın biyografi bölümüne kendimle alakalı birkaç cümle yazmak istedim. Ancak hepsi yan yana değil de, alt alta yazmak istedim. Ancak ne kadar uğraşsam da yapamadım. İnternetteki tüm forum ve blogları taradım metni alt satıra geçirme ile alakalı ancak bulamadım. Ben de bilgisayar üzerinden girdim instagrama ve biyografi bölümünü düzenledim. Bilgisayarda shift+enter yaparak hatta sadece entera basarak alt satıra geçtim. Bilgisayarda yan yana gözükecek profile girdiğinizde ancak telefonunuzdan baktığınızda hallolmuş olacağını göreceksiniz. İphone kullanıcısı olarak telefonda bulamadım böyle bir seçenek. Diğer telefonları bilemiyorum. Benim gibi arayan arkadaşlara duyururum. Umarım yardımı olur.



14 Kasım 2014 Cuma

Aşk Üzerine

           Geçen gün Montaigne'nin denemelerini okuyordum. Bu arada herkese tavsiye ederim. Hem çok sade hem de yeniden düşünmemizi sağlıyor bazı konularda. Denemelerinden biri "Aşk Üzerine" idi. Ben de kendi düşüncelerimi başladım yazmaya. Montaigne'e katıldığım yer oldu, katılmadığım yer oldu. Şimdi kendi denememden bir parça... 





               Aşk… İnsanı hem yücelten hem de diplere indirebilen bir duygu bence aşk. Montaigne Aşk Üzerine adlı denemesinde bu duygu daha çok hayvani bir arzu olarak ele almış. Ben tek yönlü bakamıyorum bu duyguya. Evet, aşkın bir kısmıdır şehvet veya ilk andaki verdiği histir arzu. Bizi “düşünen hayvan” metaforuna yaklaştırır. Hayvani iç güdülerimiz burada yönetimi ele alır. Montaigne’nin dediği gibi hepimizi eşit yapar. Büyük İskender, herkes gibi bir ölümlü olduğunu bir bu işte, bir de uyumada anladığını söylermiş. Bu arzu sebebiyle dünyamız hem güzelleşir hem de yerle bir olur. Aslında bizim elimizdedir bu arzuyu yönetmek ama çoğu zaman yönetimi ele geçirmesine göz yumarız, kontrolümüzün dışındaymış gibi davranırız. O an sadece o hazzı isteriz çünkü. İşte bu noktada “düşünen hayvan”ın düşünceleri yok olmuş, geriye hayvan kısmı kalmıştır. Bu noktada Montaigne katılıyorum. Başımıza bir sürü dert almaya başlarız, sanki derdimiz azmış gibi…  



              Bu hayvani dürtü dinler tarafından da baskı altına alınmaya çalışılmıştır. Montaigne’nin dediği gibi bir yandan severiz o dürtüyü bir yandan kötüleriz. Çünkü bazen iyi bazen kötü ama istenilen düzenin dışına çıkarız bu dürtü sebebiyle. O anda din ve öğütleri devreye girer. Dizginleri çekmeye başlar. “Türlü ulusların dinlerinde vardıkları, kurban, mum yakma, oruç, adak gibi ortak taraflardan biri de cinsel arzunun kötülenmesidir” der Montaigne. Buna da katılıyorum. Çoğu dinlerde bunu görürüz. Hep bir farz veya sünnetlerle veya cehennem metaforlarıyla korkutulmaya çalışılırız. Düşünüyorum bu kadar uğraşın sebebi aşk mı? Demek ki, o kadar güçlü bir duygu diyorum bu aşk. 
               Hep hayvani dürtü olarak ele aldım konuyu. Oysa ben sadece hayvani bir dürtüden ibaret olmadığını düşünüyorum. Aşk, birisine hükmetme ihtiyacının bir sonucu, sahip olma istediğinin bir sonucu bence. Kendimizi arzu duygusu dışındaki diğer duygular için de tatmin etmeye çalışırız. Kendimizi yüceltmek istediğimiz bir basamak oluverir aşk. Çünkü aşk, bencildir. Ben, der çoğu zaman. Neden severiz ki zaten. Sırf karşımızdaki bizi seviyor diye mi? O kadar saf değiliz bence. Ben istiyorum ve seviyorum ve onun da sevmesini bekliyorum. Çünkü “ben” istiyorum. O duygumun tatmin edilmesi gerekiyor. Çoğu zaman bu sebeple hükmetmeye çalışırız. Onun hakkında kararlar alırız. Bu kararlar aslında karşımızdakinin değil, benim mutluluğum için alınır. Bencillik, aşkta vazgeçilmez bir öğedir. 
                Bir diğer yön ise aşkta; saf bir sevgi olması. Her şey bir kenara, o duygu o kadar içten ve büyük bir duygudur ki. Büyük bir “sevgi”dir. Aşkın bir sonraki aşamasıdır bence sevgi. Asıl yerini bulduğu duygudur. Hayvani duyguların, bencilliğin yer almadığı kısımdır. İşte bu nokta herkesin harcı değildir. Çünkü büyük bir özveri ister. Montaigne’nin dediği gibi, “İnsanların bu en bulanık, en karışık işinin en ortak işleri olması da doğanın bir cilvesidir,.”

21 Mayıs 2014 Çarşamba

Çeşnime çok sevdiğim bir şiirle tuzunu ekliyorum.




ZAMAN KIRINTILARI

Biz, zaman kırıntıları,
Zaman sinekleri,
Tozlu camlarında günlerin sessiz kanat çırpanlar
Ve lüzumsuz görenler artık
Bu aydınlıkta kendi gölgelerini!

Sanki siyah, simsiyah taşlar içinde
Siyah, simsiyah kovuklarda yaşadık biz,
Sanki hiç görmedik birbirimizi,
Sanki hiç tanışmadık!


Dünya bize öyle kapattı kendisini...
Neye yarar hatırlamak,
Neye yarar bu cılız ışıklı bahçelerde
Hatırlamak geçmiş şeyleri,
Bu beyhude akşam bahçesinde
Kapanırken üstümüze böyle
Zaman çemberi
Hatırlıyor yetmez mi
Güneşe uzanan ellerimiz!

Aynalar sonsuz boşluğa
Çoktan salıverdi çehremizi,
Yüzüyoruz,
İpi kopmuş uçurtmalar gibi.
Biz uzak seyircisi bu aydınlık oyunun,
Birdenbire bulanlar içlerinde
Gülüncün sırrını,
Ne kadar benziyoruz şimdi,
Aynı tezgâhtan çıkmış testilere
Bir şey, bir şey kaldırdı bütün ayrılıkları!

Baksak aynalara
Tanır mıyız kendimizi,
Tanır mıyız bu kaskatı
Bu zalim inkârın arasından
Sevdiklerimizi.

Ben zamanı gördüm,
İçimde ve dışımda sessiz çalışıyordu,
Bir mezar böyle kazılırdı ancak,
Yıldırımsız ve baltasız,
Bir orman böyle devrildi!
Ben zamanı gördüm,
Kaç bakışta bozdu hayalimi,
Ve kaç düşüncede!
Ben zamanı gördüm,
Şimşek gibi bir ânın uçurumunda.

Kim tanır bizi şimden sonra,
Aydınlığı kıt gecemize
Misafir olanlardan başka;
Kuru tahta üstünde bizimle
Paylaşanlar günlerimizi
Ve benim gözlerimle bakanlar güneşe
Ancak tanır bizi
Mor çemberlerin uçuştuğu akşam sularından!
Akşamın tek bir ağaç gibi
Dal budak saldığı sular
Çocukluk rüyalarının bahçesi!
Sakın kimse el sürmesin dallara,
Yapraklar, meyvalar olduğu gibi kalsın
Benim uykum boyunca!

Ben zamanı gördüm,
Devrilmiş sütunları arasından
Çok eski bir sarayın
Alnında mor salkımlar vardı
Ve ilâhlar kadar güzeldi.
Uçmak için kanatlanmayı bekleyen
Yavru kuş gibi doğduğu kayada
Ben zamanı gördüm
Çırpınırken avuçlarımda.

Bak martılar kanat çırpıyor sana
Bir rüyadan kopmuş gibi bembeyaz
Yelkovan kuşları yalıyor suyu,
Sen ki bakışından yumuşak bir yaz
Gülümser en yeşil gecesinden
Ve sesin durmadan, durmadan örer,
Yıldız yosunu bir uykuyu...
Bak, martılar kanat çırpıyor sana.

Süzülen yelkenler var enginde,
Dalgalar var, güneş var.
Güneş ayna ayna, güneş pul pul
Güneş saçlarınla oynar
Omzundan tutar giydirir seni,
Sırtında tül olur belinde kemer
Boynunda inci
Ve dişlerinin zâlim çocuk sevinci
Birden Tanrılaşırsın genç adımlarında
Mevsimler önünde çözer yükünü
Bahçeler yığılır eteklerine!
Rüya ile
Hayal arasında
Hayal ile
Hakikat arasında
Yalnız sen varsın!
Gece ile
Gündüz arasında
Güneşle
Göz arasında
Yalnız sen varsın!

Niçin sen yaratmadın bu dünyayı?
Ellerinin mesut işaretlerinden
Daha güzel doğardı eşya!
Daha zengin olurdu aydınlık
Kendi karanlığından çağırsaydı sesin,
Sular başka türlü akardı
Sert kayalardan göklere doğru
Büyük, mavi, aydınlık sular!

Eğilme sakın üstüne
Kendi yeşilinde boğulmuş havuzların,
Ve bırakma saçlarını tarasın rüzgâr,
Durmadan çukurlaşan bu aynada!
Bilinmez hangi uzaklara götürür seni
Dudak dudağa öpüştüğün hayal!
Sokma güneşle arana,
İmkânsızın parıltısını!
Ve tanımadan, hiç tanımadan sev insanları!
Değişmenin ebedî olduğu yerde
Güzeldir hayat!

Ne kadar uzak, uzak
Yollardan gelir bize
Ve çok yabancı bir şey gibi sevinçlerimiz,
Keder durmadan çiçek açar içimizde.
Ne çıkar unuttuk hepsini!

Biz ki boş yere gerilmişiz anladık artık,
Yıldızların amansız çarkına
Ve boş yere sızlamış kemiklerimiz,
Bilmiyoruz şimdi, mevsim yaz mı, bahar mı
Bahçelerde hâlâ güller açar mı,
Bilmiyoruz, kadınlar, kızlar,
Şarkılar masallar var mı?
Gece ile gündüz,
Acıdan kaskatı kesilmiş yüz,
Uykusuzluktan harap göz,
Öpüşen dudaklar,
Çözülmeye razı olmayan eller var mı?
Ayrılık var mı gurbet var mı?
Biz beyhude yere gecikenler,
Çoktan bitmiş bir yolun ucunda
Bilmiyoruz şimdi ıssız gecede
Ne yapar ne eder,
Gidip de gelmeyenler,
Beyhude bekleyenler!
Biz ayın çıplak arsasında
Savrulan zaman kırıntıları.

Nerden bilelim bunları!
                         A. HAMDİ TANPINAR